18 Mart 2012 Pazar

murathan mungan alıntısı yapacağıma taksim'de nevruz eylemi ortasında kalırım daha iyi

üniversiteye geldiğimden beri fark ettiğim en belirgin şey, insanların hayatlarını anlamlandırma arzusunun artık sönümlenmeye başladığı oldu. lisedeyken hayat mı daha rahattı, gelecek kaygısı mı daha azdı, hormonlar mı bir acayipti bilmiyorum; ancak o vakitler herkeste – son derece ergen bir tabanda gelişse bile – bir farklılaşma, güruhtan biri olmama, hayatını genelgeçer kurallarla yozlaştırmama isteği vardı. ne biliyim, daha az kuralcıydık sanki. korkular daha azdı, her şeye bir tutkuyla yaklaşılırdı. şimdi tutku korkulan bir şey oldu. bir şeylere bağlanmaktan kaçınır olduk. daha da fenası, bir şeye bağlanmanın, hayatını bir şeye adamanın ve bu biçimde anlamlanmanın, gerçekle bağdaşmayan, romantik ve özünü tüketen bir tavır olduğuna inanır olduk. üniversiteye gelmeden önce, tecrübenin, her ne şekilde oluşursa oluşsun, insanı geliştirdiğini, iyiye sürüklediğini düşünürdüm. şimdiyse geçen yılların insanı ne kadar çirkinleştirdiğini büyük bir üzünçle, çaresizlikle izliyorum. hiçbir şey iyiye filan gitmiyor, aksine olgunlaştığına inanılan, olgunlaşması beklenen insanlar tatminsizlik içerisinde, bir liseliden çok daha tutarsız hayat görüşleriyle, ordan oraya sürükleniyor, hiçbir yere gitmeyen ve bu gidişle de hiçbir yere gitmeyecek yaşamlarını günlük sıradan eğlencelerle, sözgelimi alkolle, neşelendirmeye, katlanılabilir hale getirmeye çalışıyorlar. o akademik yaşam, girilen tonlarca sınav, dinlenen müthiş şarkılar, izlenilen filmler, okunulan kitaplar ve masabaşında tartışılan bütün o güzel şeylerin sonu bu tıynetsiz hale mi çıkıyor? bunun için mi uğraşıyoruz biz? yani şimdi ciddi ciddi, gerçekçi olmak demek, okulu bitirip, hatrı sayılır bir para kazanıp evlenmek, çoluk çombalağa karışıp, bir araba bir ev alıp bayram tatillerinde yurt dışına gidip yemek yemek mi demek? gerçek bu mu gerçekten? inanmak istemiyorum. buna inanmaktansa, kültablasına inanırım, şekerliğe, kaşığa inanırım daha mantıklı. bir insan bunlara inanmaktan, bu öğretilmiş, hiçbir şekilde tatmin getirmeyecek saçmalıklarla yaşamaktan nasıl yorulmaz da, değerli olan yegane şeyden, sevgiden, tutkudan yorulur? nasıl bir normalleşme arzusudur ki, hayatını olağandan bir adım öne çeken şeyi alelacele törpületir? bildiğim bir şey var, o da güzel olan hiçbir şey emek harcamadan, kendinle savaşmadan gelmiyor. ama şöyle de bir şey var ki, emek harcadığımız şeylerin birçoğu da güzellik getirmiyor. demem o ki, siz siz olun, bir yerde bir kıvılcım görürseniz, belli belirsiz bile olsa, bağlanın ona. çünkü bana kalırsa, başka ne yaparsanız yapın onun kadar anlamlı olmayacak. ha bir de nolur, eğer içinizde tutkuya dair en ufak bir meyil varsa, öldürmeyin onu. üzülürüm.