Eğer karşımda her sorunun cevabını
bilen bir cin olsaydı, ona yönelteceğim soru “Ben herhangi bir şeyi
değiştirebilir miyim?” olurdu. Bu sorudaki, yanlış anlaşılmaması gereken nokta
şu ki, “ben” diye bahsedilen özne dış faktörlerden tamamiyle bağımsızlaşmış,
otonom bir figürdür; günlük yaşamda kullanılan, sosyal ve kültürel faktörlerle
devşirilmiş “ben”den bu anlamda farklılaşır. Eğer “ben” ikinci tanımıyla
kullanılmış olsaydı, bahsedilen değişim tam anlamıyla bir değişim olmazdı,
çünkü benin beraberinde taşıdığı değiştirilemez olgular onun yarattığı değişimi
de bir gereklilik olarak algılamamıza yol açabilirdi. Bu durum şu şekilde
örneklendirilebilir: Yolda gördüğü dilenciye ev açan, ihtiyaçlarını karşılayan,
hayat koşullarını iyileştirmeye sağlayan birini ele alalım. Bu kişinin bahsi
geçen dilencinin hayatında yarattığı değişimin gerçek bir değişim olup olmadığı
ikincil bir sorgulamadır, bunun öncesinde genel algının tersi yönde bir eylemde
bulunan, değişim yaratmaya çalışan kişinin bu değişimi yaratmada etkilendiği
dinamikler tartışılmalıdır. Eğer bu kişi değişime yol açan eylemi toplumca ona
öğretilmiş merhamet ve hayırseverlik algısıyla gerçekleştiriyorsa, onun
ailesinden, okulundan ya da çevresinden gördüğü doğru bunu gerektiriyorsa ya da
kişi yaptığı ve onca kötü algılanan bir eylemin karşılığı olarak bu eylemi
vicdanını rahatlatma yolunda bir araç olarak kullanıyorsa, değişime yol açtığı
düşünülen bu eylem aslında bir değişime değil mevcut sistemin kendi içinde yol
açtığı hafif dalgalanmalara işaret eder. Değişimi yaratacak olan özne özgür
iradeye sahip olmalıdır ki eylemleri düz bir belirlenimcilikle algılanmasın,
önceden kestirilemez bir farklılaşmayı, değişimi, gerçekleştirebilsin.
Dolayısıyla “Ben herhangi bir şeyi değiştirebilir miyim?” sorusuna verilecek
evet cevabı öncelikle “Ben özgür iradeye sahip miyim?” sorusuna verilecek evet
cevabını gerektirir. Bu noktada ikincil sorgulamaya, değiştirme eylemi özneden
çıkıp nesneye ulaştığında nesnenin yaşaması planlanan değişimin ne kadar gerçek
olduğu sorusuna geçilebilir. Az önce verdiğimiz dilenci örneğine geri dönersek,
eylemi gerçekleştiren özne bu eylemi tamamen özgür iradeyle değişim yaratma
yolunda yaptıysa bile, eylemin dilencinin hayatında yaratacağı değişim sahi bir
değişim midir? Ekonomik refaha kavuşan dilencinin yaşayacağı değişim onun
özünde yaşayacağı bir değişime yol açar mı? Başka bir deyişle sistemin kazananı
ve kaybedeni birbirlerine dönüşseler bile onların özlerini oluşturan temel
değer ve kavramlar değişmekte midir? Diyelim ki, gördüğü bu yardımdan sonra
dilenci bir şekilde hayatını yola soktu, kendine bir iş kurdu, para kazanmaya
başladı, tabiri caizse kendini kurtardı. Onun yaşadığı bu süreç bireysel
anlamda bir kategoriden diğerine geçiştir, ancak toplum içinde varolan
kategorilerin haricinde bir boyuta geçiş değildir. Dolayısıyla özne tarafından
değiştirilmeye çalışılan nesne değişmemiş, ancak dönüşmüş olur. Bu noktada “Ben
herhangi bir şeyi değiştirebilir miyim?” sorusunun cevabının evet olabilmesi
için “Bir şeyin özü değişebilir mi?” sorusunun cevabının evet olması gerektiği
sonucuna varılabilir. Cine sorulan bu soru ne kadar dünyayı algılama yolunda
temel sayılabilecek iki soruya cevap bulmamızı sağlasa da soruyu soranın
gelebilecek iki cevapla da baş etmesi oldukça zordur. Hayır cevabı soruyu
soranı tamamen edilgenleştirebilir. Varlığının herhangi bir değişime yol
açmayacağını kesinkes bilmek, onun varlığını kendi nazarında
anlamsızlaştırabilir, çünkü yaşamaya devam etmek, eylemde bulunmak elbette ki
yaşayışının özel olduğu ve değişime yol açabileceği inancını gerektirir. Evet
cevabı ise özneyi bunun tam zıttında ancak yine zor bir pozisyona sokar.
Değişim yaratabileceğini bilmek beraberinde kendine ve çevrene karşı büyük bir
sorumluluk getirir. Yanlış olarak adlandırdığın şeyleri değiştirme ihtimalin
olduğunu bilmek uçsuz bucaksız bir etkenliğe yol açabilir, çevrende olup biten
her yanlışlıktan kendini sorumlu tutmanı ve bu yük altında ezilip kendi özünü
tüketmene sebep olabilir. Alınabilecek iki cevabın da ızdırap yaratacağını
bilmeme rağmen bu soruyu tercih etmemin nedeni şüphesiz ki meraktır. Tahminimce
ve umudumca hakikate ulaşmanın yaratacağı ızdırap vereceği tatminin yanında
anlamsız kalacaktır.