11 Temmuz 2010 Pazar

mazeretim var.

şiişt ergen takımı. hani intihar etmiş diye, sıkı şairler hakkında konuşuyor diye, marjinal bir kadın diye nilgün marmara'dan bahsediyorsunuz ya, daktiloya çekilmiş şiirler'i çantanızda taşıyor ve bazı dizelerin altını çizip ulu orta gösteriyorsunuz ya, feysbukta tivitırda nilgün'den alıntılar yapmaya uğraşıyorsunuz bir de alıntının altına N. Marmara yazıyorsunuz ya, tiksiniyorum sizden. elimde olsa hepiniz elinden toplatırım nilgün'nün kitaplarını.

şiişt olgun takımı. sırf ergen takımı elinden düşürmüyor diye, genç yaşta intihar edip popüler olmuş diye nilgün'ün iki kitabını karıştırıp aklınızca onun yetersizliği üzerine ahkam kesiyorsunuz ya, onu ruhsal sıkıntı ve intihardan ibaret görüyorsunuz ve hatta özelliksizlikle itham ediyorsunuz ya, özür dilerim ancak siz pek bir şey bilmiyorsunuz. boş bira laflardan ibaretsiniz.

sabah sabah agresifim evet, saygılar.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

aras keser'le benim aramdaki farklar

Aras Keser süper bir insandır, ben o kadar değilim

Aras Keser yolda Zeki Demirkubuz’u görse “Abi akşam içelim” derdi,

Ben yolda Zeki Demirkubuz’u görsem tanımam.

Aras Keser asla yalan söylemez; ben şaraptan hiç kusmadım.

Ben şaraptan çok kustum çünkü midem

Açlıktan nasıl büzüm büzüm büzülmüştü, görmeliydiniz.


Aras Keser, Azrail’i yolda görse ona selam verirdi;

ben Azrail’i herkesin yanında az çok görmüştüm, bir çift laf edebilseydim ona

derdim ki kanka pardon ama sen iyice ortam malı oldun.


Aras Keser olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;

O bana gülümserdi ben ona derdim ki al tüm kitaplarım senin olsun

Ama şu koca halatlar ellerimi ayaklarımı düğümlüyor, bir şey yapamaz mıyız?


Aras Keser orda olsaydı elimi tutardı ve derdi ki “Boşver, geçecek bunlar”

Ben orda olsaydım elini tutar ve derdim ki “Aras beraber ölsek.”


Ben oradaydım, Allah’ın elini tuttum ve dedim ki “gücüne gitmesin ama ben bu halatları keseceğim”

Allah bana döndü bir baktı o bakışı görmeliydiniz.


Aras Keser o bakışı görse yalnızlıktan ağlardı,

Ben o bakışı gördüm, sıkıntıdan kusacaktım, Allah elimi tuttu.


Ne tuhaf, Allahlar terk edilirken bile genç kızların

Allahlar terk edilirken bile genç kızların ellerini bırakmıyorlar, ne tuhaf.


Aras Keser çok şanslı bir insan,

Halatlarını koparırken o kocaman bir adamdı

Ben halatlarımı koparırken küçücüktüm

Zaten şanslı bir insan değilimdir, yazdıklarım iş yapmaz.


Aras Keser hala Antakya’da bu iskenderi o yemiş olamaz!


Olamaz dedim Allah elinde halatlarımla gidince

Verse de ben alsam onu, içim ferahlasa, siz de görseniz

Aras Keser tutsa elimden birlikte geçsek çölü

Nasıl olsa Aras da ölü ben de ölü.



not: bu şiir ah muhsin ünlü'nün "RESULULLAH'LA BENİM ARAMDAKİ FARKLAR" adlı şiirinin bir uyarlamasıdır. ölümüne kopyadır, geyiktir.


9 Temmuz 2010 Cuma

seslerden fa, çünkü duymazsan eğer tüm şarkılar boşuna.

eskiden çok gitmekten bahsederdik. bir şeylere binip gitmekten. dağlara çıkmaktan. farklı zamanlardı. bu "eskiden gençtik" tribi falan değil. o zamanlar yalnızca gitmek vardı. bulunduğumuz evden. okuldan. alsancak'tan. izmir'den. hayattan. gittiğimiz yerin adı önemli değildi, onu bilmemek önemliydi. her şey geçici bir yolculuk olarak adlandırılabilirdi. şeylerden konuşmak ve bira içmek elbette ki vardı. aşkın bir hevesle çeperlerini zorlamak. daha çok yapmak. daha çok okumak ne bileyim. daha çok gezmek. vapurda turgut uyar ve sancı geç saatlerde. odanın duvarına ince tükenmezle belki biri bir gün görür de mutlu olur diye kısa dizeler yazmak, kitapların kenarına tarihler atmak, küçük şeyler göze almak, küçük hayatlarımıza kıyasla büyük şeyler göze almak, koyu renk rujlar sürerek geceleri. çoktular ama yoktular diye saatlerce düşünürdük. çürümeye deli bir hevesimiz vardı. güzel çocuklar değildik belki. çok yetenekli, çok bilgili veya çok çılgın olmadığımız da aşikardı. kendi halimizdeydik ve kendi halimizle sıkıntılarımız vardı. şimdi dönüp baktığımdaysa tüm bu yaşananlar en saf mutluluklarım gibi görünüyor. plansız ve çekincesiz, özgürmüşçesine yaşanan anlar. ondan sonrası yine gitmek oldu. gittim. her şey sebep gösterilebilir, belli de olabilir. bu gitmek olayını belki de o kadar abarttık ki, giderken gitmenin ne olduğunu unuttum. artık hiç ondan bahsetmiyorum. o zamanlardan da pek kimseyi görmüyorum. uzaktan baktığımdaysa, tatsız şeyler görüyorum. çürüyerek içi dolmuş soğan gibi. hiçi kalmamış gibi. hoşlanmıyorum bundan. ondan artık geç kalmış bir veda. güzel günleri zaman zaman hatırlayıp gülümsüyorum. ve emin olun özlüyorum. dağları yani.

1 Temmuz 2010 Perşembe

po po politik politik popoya

dün ne ara bu kadar politik bir hale geldiğimi düşündüm. kastım politik eylemlerde bulunmak değil. hatta bir politik görüşü benimseyip arkasında durmak da değil. her şeyi politik bir çerçeveye oturtmaya çalışmak. IELTS diye bir sınav alacağım. TOEFL tarzı bir şey, ingilizce yeterlilik belgem olsun diye. bunun konuşma kısmına hazırlık amacıyla reklamların görevi ve en sevdiğim reklam üzerine demeç vermem gerekiyor. yaklaşık üç dakika bir şey. bense reklam jinglelarının ağza nasıl takıldığından ve absolute'un o güzel "in an absolute world" reklamlarından örnekleme yapmak yerine, nike'ın bir punk mottosu olan do it yourself'i nasıl kapitalist düzende satış yöntemi haline getirdiğinden dem vuruyorum. andrew, "hey, take it easy" diyor. politika yapmaya gerek yok.

dün aras izlediği ve sevdiği bir filmi anlatıyor, yunan yapımıymış: köpek dişi. bir aile çocuklarını dünyadan soyutlayıp kendi oluşturdukları düzene alıştırıyor. bunu diyince hemen aklıma paul auster'in cam oda'sı geliyor. orda da adam oğlunu bir odaya kitliyor ve kesinlikle konuşmayı öğretmiyor, böylece tanrının dilini kendi kendine öğreneceğini var sayıyordu. bir diğer çağrışım da otomatik portakal, insanın içindeki vahşetin her koşulda açığa çıkacağını gösterdiği için. tüm bunlardan sonra cup diye sineklerin tanrısı'na atlıyorum, hıhı evet diyorum, golding de öyle diyordu, çocuklar da masum değil, şiddet insanlığın düzelmez hastalığı. ordan hemmen haneke'nin korkunç rahatsız edici filmi cache'ye geçiyorum, çocuğun tavuğun kafasını koparış sahnesi, bütün çıplaklığıyla. bunca güzel film, kitap derken vardığım nokta "ne yani bunlar insanı serbest bıraksan, komün halde yaşasalar herkes birbirini kıyar mı diyorlar?" oluyor. sıkıntı. tüm ayrıntıları, estetik detayları bir kenara itip saçmasalak bir tümevarmaya çalışıyorum, bu vardığım tüm de siyaset üstüne kurulu.

karaladığım şiirlere baktım, bazılarının tümünde, gerisininse köşesinde kenarında bir yerde politik bir kaygı var. bu sabah edip cansever okuyorum, vay abi toplumcu geçinenler bu adamı okusun ne kadar politik aslında diyorum. bir dur ya. bir nefes al. şiir okuyorsun, tamamlama bir şeylere. dağınık kalsın yani. sözcüklere falan bak ne bileyim. adam aliterasyon yapmış hiç umrunda değil di mi? varsa yoksa politika. beynimi tez elden keselemezsem, resmen politikinsan olacağım.